www.sabahyıldızı.com
  Yaşamdan kesitler
 
DERVİŞ SEVİN: HESERBABA YAYLASI:Yayla adını üzerinde Heserbaba şehidi'nin bulunduğu dağdan alır.Her nekadar dağ densede heserbaba dağı o kadar yüksek bir dağ değildir.Dağın zirvesi düzdür yöre insanı tarafından buraya heserbaba tahtı denir.Haserbaba yaylası dağın arka tarafında,zirveye yakın mesafede kurulmuş olan bir yayladır.Günümüzde yaylaya çıkılmadığından dolayı bu yayla artık kullanılmamaktadır.Çocukluğumuzda köyümüzün gittiği bir kaç yayla'dan biride heserbaba yaylasıdır.Babam giller'de bu yaylaya çıkarlardı.Heserbaba dağının köyümüze bakan tarafı oldukca dik ve kaygan yamaçlara sahiptir.Yaylanın bulunduğu arka taraf ise daha düzgün ve daha az engebelidir.Heserbaba yaylasında biz çocuklara düşen iş kuzu çobanı tutulmadığı senelerde ortaklaşa kuzu ve oğlakları otlatmaktı.Üç beş arkadaş kuzularımızı iç içe katar kendine has bitki örtüsü olan Heserbaba tahtı denen düzlükte otlatır,oyunlar oynar ve taşların altına gizlenen kuşları yakalamaya çalışırdık.Yakaladığımız kuşları bir süre sevip okşadıktan sonra yeniden özgürlüğe kanat çırpmaları için onları serbest bırakırdık.Bazende merada otlayan eşeklere binip yarışırdık.Merkepleri koşturmak okadar rahat ve zevkli bir iş değil düşenin mutlaka bir yerinde hasar meydana gelir.Heserbaba yaylasının arkasında yayla sakinlerince yapılmış ve ağaçtan oluk takılmış olan bir adet yayla çeşmesi vardır.Yayla sakinlerinin içme sularını temin ettikleri bu çeşmenin suyu buz gibidir.yaylanın etrafıındaki patika yollar hayvanların sürekli çiğnemesi sonucu un şekline gelen toprakla kaplanırdı bu toprağa bastığımızda toprak ayakkabımızın üstüne kadar sıçrardı.Öğlen sıcaklarında kuzularımızı yaylanın hemen arkasında bulunan kayalığın altındaki yabani kavaklığın içine koyardık.Kuzu ve oğlaklar hem sıcaktan korunmuş olurlardı hemde otlanıp karınlarını doyuruyorlardı.Biz çocuklar'da kayalığın gölgesinde bildik oyunlar oynardık.Bu oyunların başında saklambaç gelirdi.Heserbaba dağının zirvesi sürekli esintilidir rüzgarı hiç eksik olmaz.Bitmeyen bereketli otlarıyla biz çocukların yayla mevsimi sona erene kadar kuzu ve oğlaklarımızı otlattığımız mekan heserbaba tahtı dediğimiz düzlüktü.Yaylada'ki yetişkinler her sabah erkenden kalkar merkeplerine odun yükleyip düşerleredi patika yola. Köye giden yetişkinler gün boyu ot biçme ve ekin kaldırma işleriyle uğraşıp akşam saatlerinde yaylaya geri dönerlerdi.Bu durum diğer yaylalarda'da böyleydi.Otlar ve ekinler kaldırıldıktan sonra yayla boşaltılır ve köye geri dönüş başlardı.Bu geri dönüş At ve eşek yüküyle gerçekleşirdi.Sonbaharın ilk ayında yayla tamamen boşaltılır ve gerçek sahipleri olan yaban hayvanları ile kuşlara bırakılırdı.
BOZ EŞEĞİM:Köyümüzün arazi yapısı engebeli olduğundan taşımacılıkta At ve Eşek kullanılırdı.Bizimde oldukca güçlü ve iri bir boz eşeğimiz vardı.Bu hayvanla günlük işlerimizi görür yük ve odun taşımakta kullanırdık.Evlerimiz yaz aylarında yaylaya çıkardı. Yaylada hazırlanan kışlık odunları herkes gibi bizde bu eşeğimizle taşırdık.Çocuktum daha yedi,sekiz yaşlarındaydım.Babam boz eşeği palık adı verilen ve odun taşımakta kullanılan düzenek yardımıyla odunları hayvanın sırtına yüklerdi. Heserbaba yaylasının yanına kadar getirdikten sonra beni çağırırdı al yüklü eşeği köye git yükü indir hayvana gece yedirmek için bir miktar ot biç akşam dön yaylaya gel derdi.İtiraz ederdim itirazım şiddetli bir şekilde reddedilir üstüne birde dayak yerdim.Çaresiz katardım boz eşeği önüme düşerdim patika yola.Heserbaba tahtı denen düz dağ zirvesini geçtikten sonra dağın köye bakan yamaçları oldukca dik ve dolamaçlıdır.İnilmesi zor olan bu patika yoldan inmek zorundaydım.Düz alan bitikten sonra dik olan patika yola geldiğimde bütün zorluklar başlamış olurdu.Bazen hayvanın yükü eğilirdi düşmemesi için 0muzklayıp düzeltmeye çalışırdım ancak çocuk olduğum için gücüm yetmezdi çaresiz kaldığımda oturur ağlardım.Çaresizliğimin tek dermanı avuç açıp allaha yalvarmaktı.Bazende Heserbaba dağının zievesinde türbesi bulunan Heserbaba şehidinden yardım isterdim.Belki'de masumane yalvarışlarım Allah katında kabul olurdu ve eşeğimin yükü düşmeden köye varıp hayvanın yükünü indirirdim.Eşeğimi otlaması için keçi kılından örülmüş ürken denen uzun bir iple müsait bir yere bağlardım.Akşam hayvana yedirmek için ot biçip heybeme koyar yaylaya dönenlerle birlikte geri dönerdim.Velhasılı yayla sezonu bitene kadar hergün aynı eziyet aynı yakarışla aynı patika yolları aşındırarak boz eşeğimle yolculuk ederdim.Neticede evler köye dönerlerdi ben ve boz eşeğimde rahat bir nefes alırdık.Okullar açılır okula başlardım.Sonbaharda pazar günleri bir kaç arkadaşla birlikte kışın yakacağımız bol olsun diye köyümüzün başka bir yaylası olan göynük yaylasına günlük bir sefer olmak üzere odun taşımaya giderdik.Bir gün göynük yaylasından odun yüklü eşeklerimizle dönerken köytümüzün mezresi olan bekan mezresinin karşısına geldiğimizde zaten odunla yüklü olan eşeğimin sırtına bindim.Benim amacım desinlerki bu çocuğun eşeği ne kadar güçlüymüş! evinin önünde oturmakta olan Haydar Keskin bana seslenerek oğlum hayvan zaten yüklü o hayvanın sırtından insene kimin umurunda aldırmadan yola devam ettim.Haydar amca bir kaç kez kızarak ikaz edip sonuç alamayınca ulan oğlum bindiğin eşşek senden daha akıllıdır deyince hata yaptığımı anlayarak eşeğin sırtından indim ve birdaha'da yüklü olan hayvana binmedim.
HESERBABA CEREDESİ:Heserbaba cerdesi dediğimiz yer köyümüzün arkasındaki Heserbaba dağının köye bakan yamacına denir.Heserbaba cerdesi Selim Yurtsever tarafın'dan sahiplenilmişti.Burada bol miktarda ot yeşerdiğinden bu otları biçip kışın hayvanlara yedirmek üzere yaz aylarında bu alanda hayvanların otlatılmasına izin verilmezdi.O yıl Heserbaba cerdesinin otunu biçmek için köylülerimizden Haydar Keskin Selim Yurtsever'e belli bir ücret ödeyerek meranın otlarını satın almıştı.Her zaman olduğu gibi evlerimiz Heserbaba yaylasına taşınmıştı.Çocuk arkadaşlarımla birlikte kuzuları ve oğlakları otlatmak için yine Heserbaba tahtı denen dağın zirvesindeki düzlüğe gelmiştik.Dağın köye bakan ve cerde diye anlandırılan korunaklı yamaca baktığımda yörede kevlo adı verilen ve hayvanların severek yediği ot rüzgarın etkisiyle bir sağa bir sola yatıyordu.Otların içine kuzularımızı salmak fikri aklıma geldi.Arkadaşlara kuzu ve oğlaklarımızı bu otlara salalım dedim.Bazı arkadaşlar korunaklı yerdir bize kızarlar dedilerse'de ben aldırmadan kuzuları kevlo diye tabir edilen,hayvanların çok sevdiği yulafa benzer otların içine saldım.Otu biçmek için kiralayan Haydar Keskin amca'nın evi köyümüzün mezresi olan bekan mezresinde olduğundan Heserbaba cerdesiyle karşı karşıya ve bizi rahatlıkla görme imkanına sahipti.Bir süre sonra dik ve yorucu olan patika yoldan yürüyen Haydar Keskin amce ile oğlu Hüseyin ve Hasan ağabeylerle birlikte Musa çeşmesi denen yere kadar geldiler.Bize seslenerek biz oraya para ödedik biçip kışın hayvanlarımıza yedireceğiz çabuk kuzuları oradan çıkarın dediler.Bunun üzerine arkadaşlarım çabuk çıkalım buradan dediler,ancak ben karşı çıktım ve kuzuları otlatmaya devam ettik.Kuzuları meradan çıkarmadığımızı gören Haydar amca ve iki oğlu bizi korkutmak amacıyla bağırıp çağırarak yamaca doğru tırmanmaya başladılar.Oldukca dik çakıllı ve kaygan olan zeminde yürümekte zorlanan Haydar Keskin ve iki oğluna yamaçta bol miktarda bulunan mozaik taşlarını andıran küçük taşlardan atmaya başladım öyle seri atıyorumki üzerlerine adeta çakıl yağdırıyorum.Haydar Keskin amca ve çok değerli bir ağabeyimiz olan oğlu Hüseyin Keskin ve sonradan İstanbulda İkamet eden diğer oğlu Hasan Keskinle birlikte geri dönüp Musa çeşmesinin yanına gittiler.Haydar Keskin yanımdaki arkadaşlarıma benim için O kimin oğludur diye sorunca çocuklar'da Veli Sevin'in oğludur dediler.O dönemlerde yaşlılarımız fes takarlardı Haydar amca fesini başından indirdikten sonra iki eliyle göge doğru kaldırarak hey oğlum Allah seni nasıl o adama verdiyse öylede alıp götürsün diyerek bana beddua edince telaşla kapıldım ve arkadaşlarıma çabuk kuzuları burdan çıkaralım dedim.Kısa sürede kuzuları tepeye çıkardık.Bunu gören Haydar amcanın oğlu oğlu Hüseyin babasına dönüp baba bize bu kadar eziyet vereceğine daha önce beddua etseydin ya hiç olmazsa bu kadar yorulmazdık dediğini duydum.Çok değerli büyüklerimizden olan Haydar Keskin ve oğlu Hüseyin hakkın rahmetine kavuşmuşlar kendilerine allahtan rahmet diliyorum.
TUZKAN YAYLASI:Tuzkan yaylası köylülerimizden bir kısmının gittiği yaylalardan biridir.Günümüzde terkedilen yaylacılık çocukluğumuzda mayıs ayının sonlarına doğru Tuzkan yaylasına gidilirdi.Yaylaya çıkma sebebi ise köy merasının azlığından dolayı hayvanların ekinlere zarar vermesinden kaynaklanmaktaydı.Yayla evleri taş duvarla örüldükten sonra üzerine kalın mertekler döşenir ve merteklerin üzeri inçe çalılarla kapalandıktan sonra çamurla örtülerek sıkıştırılırdı.Tuzkan yaylasında yaklaşık kırk beş gün kaldıktan sonra ikinci ve son yayla olan Heserbaba yaylasına taşınırdık.Yaz bittikten sonra köye geri dönülürdü.Evlerimiz tuzkan yaylasına yeni taşınmıştı hava rüzgarlı ve soğuktu.Yaylalarda ısınmak ve yemek pişirmek için lojıng denen şömine yapılırdı.Annem şömine'de ateş yaktıktan sonra hayvanları sağmaya gitti.Hayvanlarn ve rüzgarın girmemesi için yaylaların kapısına üç adet uzun ağacın arasına çalıdan örülmüş darğiçik denen kapı dayatılırdı.Bende darğiçik'i yaylamızın kapısına dayadım ve hava soğuk olduğundan dolayı yanan ateşin önüne oturup ısınmaya başlamıştımki birden bire kapıya dayadığım darğiçik birileri tarafından yere atıldığını duydum.Dışarı çıktığımda arkadaşım olan komşumuzun oğlu Hüsnü kılıçgedik yayladan aşağı doğru koşuyordu.Hem koşuyor hemde gülüyor.yapma üşüyorum kapıyı yere atma dedim ve kapıyı yeniden darpiçikle örterek şöminenin önünde ısınmaya başladım.Kapıya dayadığım portatif darğiçik Hüsnü arkadaşım tarafında ikinçi,üçüncü kez devrildi.İkazlarıma aldırmayan Hüsnü muzipliğine devam edince sinirlendim ve yayladan çıktığımda yaylanın altındaki dereye doğru koşmakta olan Hüsnü Kılıçgedik'e yerden aldığım ince hafif ve daire şeklindeki taşı olanca gücümle fırlattım.Attığım taş daireler çizerek Hüsnü Kılıçgedik'in koştuğu istikametten aksi istikamete doğru gitti.Güçlü esen rüzgarın etkisiyle taş tekrar yön değiştirdi döne döne daireler çizerek hüsnü'nün kafasına dikine çakıldı.Hüsnünün kafası yarıldı.Hüsnü'nün kırılan kafadan kan fışkırmaya başladı.Hüsnü feryat figan ağlamaya başlayınca babamın korkusundan firar edip yaylanın hemen bitişiğinde bulunan sık bir meşe kümesinin içine oturdum.Babam'da dahil her kes Hüsnünün başına toplandılar paçavra yakıp külünü tütünle karıştırark hüsnünün akan kanını durdurduktan sonra Hüsnüyü alıp eve götürdüler.Meğer babam benim nereye saklandığımı görmüş.Babam dersimi vermek için cebindeki çakısıyla bir yaş meşe dalını kesmiş kestiği sopanın ufak dallarını'da yontmuş,ben saldırıyı önden beklerken adam arkadan dolanarak sinsice bileğimden yakalayıp yermisin, yemezmisin inanın öyle vuruyorki her vurduğunda altıma işiyorum.Halamın kocası Hüseyin Yiğit'de yaylanın meydanında durmuş sigarasını içip benim dövülmemi izliyor.Eniştem Hüseyin Yiğit müdahale etmeyince eşi Fatma Halam kendisine kızarak senin yanında çocuğu öldürdü elinden alsana dediysede Eniştem Hüseyin amca istifini bozmayarak sigarasını içmeye devam etti.Babam alacağını alıp beni iyicene dövüp sadist duygularını tatmin ettikten sonra sıkıca kavradığı bileğimi gevşetince elinden kaçıp kurtuldum.Yaş meşe sopasıyla yediğim dayak işkencesini Hitler bile toplama kamplarında yahudilere uygulamamıştı.Gerçi Hüsnü arkadaşım aldığı darbeyi hak etmişti ancak benimde yediğim sopalar Hüsnünün on tane kırık kafasına değerdi.Aradan bir kaç gün geçmişti'ki yayladan,yaylaya dolaşarak bir şeyler satıp halktan bazı yiyecek maddesi alan çingene vatandaşlar o gün bizim yayla'ya gelmişlerdi.Kuzuların konduğu ağıldaki çeperden kuru bir meşe dalı çektim ince dallarını elimle kopardığım çubuğu gurup halinde dolaşan çingene kadınlara doğru cirit gibi fırlattım.Attığım sopa yirmi,li yaşlarda bir çingene kızın başını sıyırarak kafasının kanamasına sebep oldu.Çingene kadınlar kanı görür görmez saldırıya geçtiler beni yokuş yukarı kovalamaya başladılar yetişemeyince küfrün bir bin para,zaten yetişmiş olsalar beni bir güzel benzetirlerdi.Neyseki yayladaki kadınlar çingene bayanları teskin edip bir şeyler verip başka bir yaylaya gönderdiler.Dayak faslı Allahın emri öyle veya böyle babamdan dayak yemem gerekir.Aslında çingene olayında dayağı hak etmiştim çünkü çingeneyide yüce mevla insan olarak eşit yaratmıştır.Durup dururken nedensiz,sebepsiz zavallı çingene kızın kafasını kırdım.Yaylanın etrafında döndüm dolaştım akşam geç saatte babamın uyuduğunu sanan annem gizlice beni içeriye aldı yemek verdi yemeğimi yedim meğer babam uyur numarası yapıyormuş.Yatağından kalkan babam beni bir güzel dövüp sadist duygularını köreltikten sonra yatağına gidip yattı.Bende biraz ağladıktan sonra yatasğıma yatıp uyudum.
MUSA DÜZLÜĞÜ(Rastı Musi)Musa düzlüğü denen yer heserbaba dağının köyümüze bakan yamacının dibinde üç beş fuıtbol sahası büyüklüğünde bir arazi parçasıdır otlak ve mera'dır.Bir gün bir kaç arkadaşlarımızla bu düzlükte kuzu ve oğlaklarımızı otlatıyoruz.Daha sonra işçi olarak Almanya'ya gidip orada yaşayan Rıza Beltir ile hatırlayamadığım bir nedenle kavgaya tutuştuk.Diğer arkadaşlarımızdan hiç kimse müdahale etmiyor Rıza oldukca arsız bende müdahale edenlere bulaşırım diye diğer arkadaşlarımız tarafsız kalmayı tercih ediyorlar.Rıza fiziksel olarak benden güçsüz ama pes etmeyen arsızmı,arsız bir yapıya sahip.Rıza yerde ben tepesinde boğuşup duruyoruz epeyce boğuştuktan sonra yoruluyorum Rızayı bırakıp uzaklaşmak istiyorum.Ağlayarak peşimden koşan Rızayla tekrar kavgaya tutuşuruz.Yine rıza yerlerde ben ise Rızanın tepesine çökmüş,bazen dövüyorum bazende pes etmesi için tutup bekliyorum.Bıkıp tekrar bırakıyorum Rıza yenilgiyi hazmedemediğinden peşimden koşup yakama yapışıyor ve tekrar boğuşmaya başlıyoruz.Uzun süreli bir boğuşmadan sonra ikimiz'de iyice bitap düştük neticede Rıza'da Pes edince kavgaya son verdik.Hani bir hikaye vardır'ya adamın biri evde oğluyla otururken kapı sesini duymuş oğluna demişki oğlum kapı açılır gibi oldu bir baksana kimdir diye.Adamın oğlu gidip bakıyor'ki eve hırsız girmiş hırsızı yakalayarak babasına sesleniyor baba evimize giren kişi hırsızmış onu yakaladım ne yapayım.Baba oğluna,oğlum hırsızı al buraya getir demiş.Oğul babasına baba gelmiyor baba'da öyleyse bırak gitsin bu kezde oğul babasına baba ben hırsızı bırakıyorum o beni bırakmıyor.Benle Rıza Beltir'in kavgası'da tıpkı hırsızla evsahibinin kavgası gibiydi ben Rızayı bırakıyordum fakat Rıza yenilgiyi hazmedemediği için beni bırakmıyordu.Neticede kavga ettiğimiz yerde tekrar barıştık.Büyüklerde tıpkı çocuklar gibi kavga ettiklerinde hemen barışıp kin ve nefrete zemin hazırlamasalar.Dünyamız daha'da güzel olacaktır..
SOĞUKPINAR KÖYÜ:Karlıovanın soğukpınar köyünde ablam Fatma oturuyordu.Babam bazen kendi yaylamıza gitmezdi bizden kilometrelerce uzaklıkta olan ablamın köyü olan soğukpınar(gamişan) köyüne yayla niyetine giderdi.Bu köyün arazisi bizim köyün arazisine nazaran daha rahat daha elverişlidir.Sonbaharın gelişiyle birlikte tekrar kendi köyümüze geri dönerdik.Yaklaşık dokuz yaşlarındaydım Babam taşınacağız diye beni Kıği ilçesine bağlı olan kendi köyümüz Sütlüce(Darabi)ye gönderdi.Köyümüzdeki büyük ablam Zarife'de misafir kaldım.Ertesi gün akrabalarım ile komşularımızdan bir kaç merkep tedarik ederek soğukpınar köyüne döndüm.Orda kalan eşyayı ve kış için hazırlanmış yiyecek maddelerini eşeklere yükleyip ben annem ve bir yaş küçüğüm olan kız kardeşim Hatice ile birlikte köyümüzdeki evimize döndük.Küçük baş hayvanlarımız soğukpınar köyünde kaldıkları için babam ablam Fatma'nın evinde kaldı.Köydeki komşuların merkeplerini teslim ettikten sonra anneme soğukpınar'a geri dönüp kalan eşyalarımızı alıp döneceğimi söyledim.Annem akşam olmak üzere yolda yabani hayvanlar var gitme dediyse'de dinlemeyerek katım önüme boz eşeğimi düştüm yola.Köyümüzün mezresi olan Bekan mezresinin karşısına geldiğim'de hava kararmak üzereydi.Evlerinin kapısında oturan insanlardan bazıları bana seslenerek yol tenha ve karanlık dön buraya gel yada eve geri dön sabah gidersin dediylerse'de ben bir şey olmaz gidiyorum dedim.İçlerinden biri bırakın gitsin o arsız laf dinlemez desede ben yoluma devam ettim.Köyümüzün yaylalarından biri olan kavak yaylasını geçip yine Köyümüzün yaylalrından bir olan göynük yaylasına yöneldiğimde hava iyice kararmıştı.Öyle bir karanlıkki kesinlikle önümü göremiyorum.Zifiri karanlık çöktüğüiçin eşeğime bindim. Güvendiğim tek şey eşşeğim ile cebimdeki düdüğüm.Göynük yaylası ile Çatak köyü yaylası arasındaki yol oldukca rahat ve geniş,sağlı sollu uzun ve gür meşe ormanlarıyla kaplı olan bu yolda ilerlemeye devam ediyorum.Sırtına bindiğim eşeğim birden bire durdu,yürümesi için bir iki ayaklarımla hayvana özengi şeklinde dürttüp hayvanı yürütmeğe çalışıyordumki bir homurdama sesi ve eşeğimin zırlaması bir birine karışti bende silahım olan düdüğümü öttürmeğe başladım.Patır,kütür ayak seslerinin gelmesiyle yabani hayvanların kaçıştıklarını anladım.Homurdayan ayı ve diğer yabani hayvanlar ormana kaçtıktan sonra eşeğim yoluna devam etti.Çatak köyünü geçtikten sonra yavaş,yavaş ay ığığı doğmaya başladı ve kuru dere denen yere geldiğimde dolunay her tarafı aydınlatmıştı.Kuru dereyi geçip soğukpınar köyü hududuna geldiğimde eşeğim otlayıp karnını doyursun diye sırtından indim.Hayvan yaklaşık bir saat kadar otlandıktan sonra tekrar yola koyuldum sabaha doğru Ablam Fatma'nın kapısını çaldım kapıyı açan babam oldu.Babam bana neden gece geldin gündüz saatlerinde gelseydin demesini beklerken adam rahatsız olmuş olmalı'ki bir yığın azar ve beddua maruz kaldım.O akşam döndüğüme bin pişman oldum.Ertesi gün kalan eşyalarımızı eşeğime yükledim ve köyümüz sütlüceye geri döndüm.
ÇARIK GİYERDİK:Çocukluğumuzda beş altı yaşına kadar çarık giydik.Anadulu'da o dönemlerde bırakınız kösele ayakkabıyı giymek lastik ayakkabı bulmak bile imkansızdı.Hali vakti iyi olan bazı insanlar Elazığ ve civarın'da imal edilen yemeni denen kösele ayakkabı giyerlerdi.Yemenileride parmakla sayılacak kadar insan giyebilirdi.Çarık büyükbaş hayvanların sırt derisinden yapılırdı.Oldukca sağlıklı ve hafif olan bu giyeceğin tek kusuru ince ve dayanıksız olmalarından dolayı altlarının çabuk delinmesiydi.Çarığın delinen alt kısmına yine aynı deriden serpin denen bir parça atılır böylece delinen yer kapatılırdı.Çarık öyle hemen ham deriden yapılmazdı.Deri dabaklanıp kıvama geldiğinde çarık olarak dikilirdi.Evler Heserbaba yaylasına taşınmıştı, at ve eşeklerle seyyar olarak dolaşan çerçiler yaylamıza gelmişlerdi.Sattıkları eyanın içinde Doğu Anadoluya ilk defa gelen lastik ayakkabılar vardı.Bu lastik ayakkabıların iki markası vardı biri daha kaba ve daha ucuz olan çelik marka diğeri ise daha kibar içi astarlı dış yüzeyi cilalanmış gibi parlak daha pahallı olan gıslavat marka lastik ayakkabılardı.Babam bana içi astarlı gıslavat marka bir çift lastik ayakkabı satın aldı.Ayağımdaki çarığı çıkarıp babamın almış olduğu gıslavat marka lastik ayakkabıyı ayağıma giydim.Çarığı çıkardığım içinde oldukca sevinmiştim.Yaylada dolaşıp arkadaşlarıma lastik ayakkabılarımı gösteriyorum.Yeni ayakkabımın tozlanan yüzeyini'de sık sık siliyorum.Sonunda babamın yanına gittim bir süre sonra birden bire babam sorgusuz,sualsiz bana okkalı iki üç tokat patlattı.Neye uğradığımı şaşırdım.Çevredekiler babama sen durup dururken çocuğa neden vurdun deyince babamda ayakkabıyı daha yeni aldım her yanı toz içinde kalmış diyerek kendisini savundu.Hayvanlar yayladaki toprağı çiğnediklerinden dolayı her taraf toz toprak'la dolu tozlanmamak için kanat takıp havada dolaşmak gerekirki buda insanlar için imkansız olduğundan dolayı yere basmak zorundaydım.Biz çocuklar yayladaki kuzuları sırayla otlatırdık.Üçer dörder çocuk birer gün arayla kuzu ve oğlakları güderdik.bir gün benim ve diğer arkadaşlarımın sırası gelmişti.Kuzuları Heserbaba dağının düz olan zirvesine çıkardık.Düz olan bu alanda kuş kovalayıp oyun oynuyoruz Heserbaba dağının zirvesi düz yamaçları ise oldukca diktir.Kuzey doğusundaki yamacın hemen altında yine kendi köylülerimize ait kavak yaylası vardır.Çocuk aklı ya, bu yamaçtaki ormandan bir iki tane kalın ağaç aldık koca kayaları ağaçlarla kaldırarak kavak yaylasının üzerine yuvarlamaya başladık.Kayalar ağacı ormanı önüne gelen herşeyi kırarak yaylaya doğru yuvarlanınca insanlar kaçışarak daha güvenli olan yaylanın karşı tarafına geçtiler.Telaşlanan yayla sakinleri kayaları yuvarlatmamamız için bağırmaya başladılar.Yer oldukca dik ve uzun bir yamaç olduğundan bize ulaşmaları zordu, o nedenle yayla sakinleri sadede bağırıp bizi caydırma yolunu deniyorlardı.Çocuk aklı ya sanki kavak yaylasında yaşıyanlar sanki düşmanlarımız,oysa onlarda bizim kendi köylülerimizdi.Durumun tehlikeli olduğunu görünce taş yuvarlamaktan vaz geçip kuzularımızın yanına döndük.Bu seferde taş yuvarlama fikrinin kimden çıktığı tartışmasına girdik.Benden yaşca büyük olan Mirbey çalışkana saldırdım ben mirbeye vurunca diğer arkadaşlarda bana arka çıktılar.Mirbey ağlayarak yayla'ya şikayete gitti.Babamın korkusundan Mirbeyi takip edip yaylaya gidip yaylamızın önündeki gölgede oturdum.Mirbeyin annesi çoktan babama şikayette bulunmuş bile,babamın elinde kuru bir meşe sopası bana doğru geliyordu,ancak ben kaçmayı düşünmedim çünkü kaçsamda eninde sonunda dayağı yemem kaçınılmazdır.Babam bileğimden yakalayarak bastı sopayı,adamın sopası kırılınca elinden kurtulup kaçtım.Haksız yere asla kimseye karışmazdım Mirbey haksız olduğu için kavga ettim,bende haklı olduğum için bir ton sopa yedim.Bu dünyada haklılığın yeri ve değeri yoktur haklılar haksız haksızlard'da haklı konumundadırlar,dünya haksızlık ve yanlış yapanların dünyası Allah haklılara yardım etsin,çünkü dünyadaki denge haksızdan yana kurulmuştur.Sebep ne olursa olsun yine'de doğruluktan vazgeçmemeliyiz.
BABAM VE BİZ:Babam resmi kayıtlarda 1890 doğumlu görünmekle birlikte bence yaşı daha'da büyüktü.Doğum tarihim 1950 olarak kayıtlara geçsede aslında 1947 doğumluyum.bu durumda babam 60 yaşındayken ben doğuyorum.Babam yaşamı boyunca dört evlilik yapmış eşleri ölünce tekrar tekrar evlenmiş.Bu dört evliliğinden üç ablam ben ve benim küçüğüm olan kız kardeşim Hatice ile birlikte toplam beş kardeştik.Babamın anlatıklarına bakılırsa ilk evliliğini birinci dünya savaşından evel yapmış bir aylık evliyken eşi ölmüş.Birinci dünya savaşında Ruslar bizim köye yaklaşınca yöre insanları yerini yurdunu terk ederek batıya doğru göçe başlamışlar.Babamlar'da Malatya'ya kadar gidip Malatya'nın merkez köyü olan Hanımın çiftliği adlı köye yerleşmişler.Babam bu köyde amcasının kızıyla ikinci evliliğini yapmış ve ikinci eşinden büyük ablam Zarife dünyaya gelmiş.Malatya'da ikamet ederken biri evli ikisi bekar delikanlı üç erkek kardeşini hastalıktan dolayı ikamet ettiği köyde tpoprağa vermiş ve altı yıl sonra memleketindeki baba ocağına geri dönmüş.Bir süre sonra ikinci eşi'de ölmüş.Babam daha sonra Elazığın Karakoçan ilçesinin şiğan köyünden kendi annesinin akrabası olan başka bir hanımla evlenmiş.Babamın üçüncü eşinden'de ablam fatma doğmuş.Ablam fatma daha bebekken babamın üçüncü eşi olan annesi ölmüş.Babam bir süre sonra yine Elazığın ilçesi olan Karakoçan'ın Delikan köyünden olan annemle dördüncü evliliğini yapmış.Annemden'de Ablam Elif doğmuş.Babamın erkek çocukları doğduktan bir süre sonra bilinmeyen bir nedenden dolayı ölüyorlarmış.Ben ikiz olarak dünyaya geliyorum.Erkek olan ikiz kardeşim ölü doğmuş.Benden sonra küçüğüm olan kız kardeşim Hatice doğmuş.Babam kızlarına karşı sevecendi onları sever ve kollardı.Ailenin tek erkek çocuğu olmama rağmen bana karşı son derece acımasız ve sert davranırdı.Diğer üç ablamın evliliklerini hatırlamıyorum benim küçüğüm olan Hatice küçük yaşta Halasının oğluyla evlendirildi.Halamız ve kendi eşinin akrabaları olan diğer iki geliniyle birlikte kız kardeşim Hatice'ye cehennem azabı çektirdiler Bundan dolayı babamla halam gillerin arası açıldı.Ben askere gidip döndükten sonra Bingöl merkeze yerleştim ve bir kamu kurumunda memur olarak işe başladım.Hemen bitişiğimizde boş olan evi kız kardeşim Haticeye kiraladık.Kız kardeşin Hatice manevi olarak huzura kavuşmuştu.Bu ara'da kız kardeşim Haticenin eşi Veli yiğit'in almanyaya gitmesi için davetiyesi geldi.Veli Yiğit Almanya'ya gidip orada işçi olarak çalışmaya başladı.Yaz aylarında tatile gelip tekrar almanya'yageri dönerdi.O arada Mesut ve Hülya isminde iki'de yeğenim oldu.Bir kaç yıl sonra İstanbul'a tayınımı almak istedim.Eniştem olan halamın oğlu Veli yiğit'de çocuklarını almanyaya'götürmek için bana mektup yazmıştı.Kız kardeşim Haticenin eşyalarını kayınpederinin evine taşıdıktan sonra bizimle birlikte istanbul'a geldi gerekli işlemleri tamamladıktan sonra Kız kardeşim Haticeyi iki çocuğuyla birlikte yeşilköy hava limanın'dan almanya'ya gönderdim.her yaz izinli gelip giderelerdi.Almanya'da Gökhan isminde bir yeğenim daha doğdu.Bir süre sonra hastalanan Hatice iki oğlu bir kızını geride bırakarak daha 42 yaşındayken 1992 yılında gögüs kanseri illetinden aramızdan ayrılarak hakkın rahmetine kavuştu.Kardeşim Haticenin üç üç çocuğuda evli ve almanya'da yaşıyorlar.Diğer üç ablamı'da genç yaşta katbetmiştim.Ölen üç amcamdan çocuk olmadığı için bu günkü yaşamım içerisinde sadece kendi çocuklarım ile kız kardeşimden olan yeğenlerimden başka kimsem yok.Sadece Hüseyin,Mehmet ve Veli Yiğit isminde halamın üç oğlu var anne ve babamız kardeş oldukları için bu insanlar benim birinci dereceden akrabalarım,neyazıkki yabancılar bana onlardan daha yakındır,bu soğukluk benden değil halamın çocuklarından kaynaklanmaktadır.
OKULA BAŞLARKEN:Köyümüzün İlkokulu Atatürk'ün direktifleri doğrultusunda 1926 yılında eğitim ve öğretime açılmıştır.Önceleri köy odalarında eğitim öğretim yapılmış daha sonra zamanın kısıtlı şartlarının elverdiği ölçü'de toprak damlı nizami bir okul yaptırılmıştır.Ben daha beş yaşlarındayken ilçemizin başka bir köyünden olan öğretmen Hasan can babamla samimiyetinden dolayı beni kayıtsız okula götürüp ders öğrenmemi sağlamaya çalışırdı.Bir gün bana sorumu sordu yoksa yaramazlıkmı yaptım tam olarak hatırlayamıyorum ancak sağ elimin baş parmağının avuç içi kısmının kaba etine tahta cetvelin kenarıyla dikine sert şekilde bir iki defa vurdu.Elimin cetvelle vurulan yeri iltahaplanıp şişti bir süre sonra iltihabı aktı ve doğanın bol besleyici oksijeniyle iyileşti.Hocamız Hasan can bitişiğimizdeki komşumuzun kızıyla evlendi ve tayını başka yere çıktı.Daha sonra aynı okula kaydım yapılarak öğrenci olarak okula başladım.Okul evimizin hemen altındaydı.Okuldan çıktıktan sonra çantalarımızı eve bırakıp arkadaşlarımızla biraz oyun oynadıktan sonra eve gidip ödevimizi yapardık.Kışın köyde oturan öğrenciler için okula gitmet proplem olmazdı fakat karda tipide mezrelerden gelen arkadaşlarımız oldukca zorlanırlardı.Hatta okula başladığımız ilk yıllarda yakınımızdaki köylerden'de köyümüze okumaya gelen öğrenciler vardı.ilkokul ikinci sınıfa giderken eski okulumuz yıktırıldı yerine hala mevcut olan modern bir okul yaptırıldı.Bu okulun malzemesi o dönemlerde köy yolu olmadığından araçlarda değil at ve katırlarla taşındı.bir kaç öğretmen değiştirdik bunlardan biride yakın köylümüz Halil Karasu'idi ilkokul beşinçi sınıfta okurken öğretmenimiz oldukca sert mizaca sahip olan ve daha sonra ilköğretim müfettişliği yapan kendi köylümüz Necati Yurtseverdi.Bizi ilkokuldan Necati Yurtsever mezut etti.1960 da birlikte mezun olduğumuz arkadaşlarımızdan Ali Beltir öğretmen, yeğenim Hasan Sevin Öğretmen (Emekli),Mustafa Sonan Öğretmen(Emekli), ben Derviş Sevin bir kamu kuruluşunda memur olarak görev yaptım ve emekliyim.ben dahil aynı okuldan mezun olduğumuz bir çok arkadaşım kamu görevinden emekli olmuşlar.Ayrıca bizden bir sınıf önde olan arkadaşlarımızdan Haydar belge öğretmen(emekli)Ali Bektaş İnşaat mühendisi serbest çalışıyor.Turabİ Demircioğlu makine mühendisi(emekli)Hasan Irgatlar Bankacı(emekli)Hanefi Morsümbül bir kamu kuruluşundan emekli Daha hatırlayamadığım arkadaşlarımız var.Diğer arkadaşlarımız Bingöl merkezde orta okula kayıt yaptırdılar benim için diploman gelmedi dediler ve bir yıl ara verdim 1961-62 öğretim yılında bingöl merkez ortaokuluna kaydımı yaptırdım.O dönemde Bingölde sadece bir orta okul birde lise vardı her iki okulda yanyana ve bir müdür tarafından idare edilirdi.O dönemde Kasım Tahran isminde yaşlı ama ateşmi ateş bir müdürümüz vardı.Asker disiplini uyguluyordu.Hem lise hem orta okuldaki öğrencilerin saçları sıfır numara traşlıydı.Bir'de mecburi olan ve bir zamanların polis şapkasını andıran şapka takma mecburiyetimiz vardı gördüğümüz öğretmenlerimize asker gibi selam verirdik.Lisede okuyan bazı öğrencilerin liderliğinde Nümayış adı verilen yürüyüşler tertiplendi kargaşalar gürültüler devam ederken bizimde dersimize giren bir çoğrafya öğretmenimiz vardı.Adam adeta öğrenci ve not düşmanıydı.Bizimle aynı sınıfta okuyan ancak yaşca bizden büyük olan bato lakaplı bir arkadaşımız ile coğrafya öğretmeni sınıfta yumruk yumruğa kavgaya tutuştular.Çoğrafyacı kısa boylu birisi olduğu için bato hocayı yere yatırdı biz öğrencilerde etraflarını sardık yapmayın etmeyin ayıptır diyoruz ama bir yandan'da çoğrafya hocasına tekme atan atana neticede diğer öğretmenlerin gelmesiyle kavgaya sona erdi.O dönemlerde öğretmen azlığından dolayı bir çok subay ve assubay orta okul ve lisede derslere giriyorlardı onların öğrencilere nasihatları oldu işte ayıptır öğretmenlerinize karşı gelmeyin falan gibi telkinlerde bulundular.Kargaşalar devam edince müfettişler gelip soruşturma yaptılar.Yapılan soruşturma sonucunda Lise'de önderlik yapan bazı öğrenciler başka illere sürgün edildiler Okul müdürü ve coğrafya hocasıyla birlikte bir kaç hocanın'da tayını çıkınca okuldaki öğrencilerde rahat bir nefes aldılar.
SÖMESTRİ TATİLİ:Bingöl merkezde bir yakınımın evin'de orta okul'da okurken 15 günlük tatilimi annemle babamın yanında geçirmek üzere bazı köylülerimizle birlikte karla kaplı olan köy yolunu yara,yara köyümüz Sütlüce ye(darabi) oturan annem ve baba'mın yanına gittim.Annem ile babamın ellerini öpüp biraz dinlendikten sonra ablamları ve diğer yakınlarımı ziyaret edip eve döndüm.Akşam yemeğini yedikten sonra babam anneme yanan odun sobasının üzerine çay koymasını söyledi.Annem'de çaydanlığı sobanın üzerine koyup kaynatıktan sontra çayı demledi ve kıvama gelmesi için beklemeye bıraktı.O zaman köy yerlerinde değerli olan çay bardakları ve altlıklarını babam kapaklı olan özel bir sepetin içinde muhafaza ediyordu.Çayı içtikten sonra annemin yıkadığı bardaklar ve porselen altlıklar özenle aynı sepetin içerisine yerleştirildi.Babam bana sepeti yerine asmamı söyledi.Kalktım ve sepeti kulpunda duvarda'ki çiviye astım.Babam sedirin üzerindeki mindere uzanmış kafası tam sepetit asılı olduğu yerin hizasına gelmiş,çayın verdiği rahatlık ve odanın sıcak olmasından dolayı eliyle dazlak kafasını okşayıp bana okulla ilgili sorular soruyordu.Astığım bardak sepeti yaklaşık on dakika sonra çivisiyle birlikte yerinden sökülerek babamın dazlak kafasına düştü.Bardaklar kaseler şangır,şungur bir birine girip bir kısmı kırıldı bir kısmıda sağlam kaldı.Kafasının acısı bir yana çay tiryakisi olan babamın bardakları kırılınca suçlu olarak beni gösterdi.Benim sepeti doğru asmadığımı ondan dolayı düştüğünü söylüyerek dikta rejimlerinde olduğu gibi hem kendisi yargıladı hemde cezalandırdı vakit geçirmeden aldı bastonunu başladı beni dövmeye annem müdahale edince bir kaç bastonu'da anneme vurdu kışın dondurucu soğuğunda ve gecenin karanlığında attı bizi kapıya.Annemle birlikte kirvemiz olan Mehmet Geçgel gillere gittik. Metmet amca bu geç saatte hayırdır bir şeymi oldu deyince annem olanları anlattı.Babamla samimi olan Mehmet amca Bababa kızarak bu adam delirmişmi diyerek bizi eve götürmek istedi,ben gitmem deyince Mehmet amca annemi alıp bizim eve götürdü.Ben'de o gece Mehmet amcalarda kaldım ve ertesi gün eve gittim.
OMIK MEZRESİ:Omık mezresi hemen bitişiğimizdeki köy olan Kabaçalı(Pircanan)köyünün mezresidir.Bu mezrede benim çocukluk dönemimde amca çocukları olan üç aile otururdu.Amca çocukları olan bu üç aile şimdiyse tahmini otuz kırk aile civarındadırlar.Ailenin tamamı İzmir'e yerleşmiş durumdadır.Çocuktum bir kış günü babamla pir talip ilişkisi olan ve bir birlerine karşı saygı ve sevgi besleyen bu ailelerden Eşref Gencer gillere gittim.Bu ailenin büyükleri çok değerli insanlardı bu gün hayatta olmayan bu insanları rahmetle anıyorum.Akşam olmuş hava kararmış dışarıda tipi var.Rahmetli Mehmet şerif Gencer benimle şakalaşıp bana takılınca şakalarına alındım ve ayakkabılarımı giydiğim gibi kapıdan dışarıya fırladım gece karanlığı çökmüç rüzgarlı kar tipisi var hızlı bir şekilde pircanan'a doğru yürüyorum.Pircanan'ın arkasında'ki tepede bulunan topık denen ziyarete yaklaştığımda baktımki Rahmetli Mehmet Şerif arkamdan koşarak geliyor bana yaklaşıca deli,deli nereye gidiyorsun gecenin karanlığında kurtlar seni yiyecekler deyip bileğimden tutarak beni geri eve götürdü.Evde bana kızdı seninle şakalaştım bunun için küsülürmü diyerek gönlümü aldı.Sabah kahvaltısından sonra eve döndüm.O güzel insanları rahmetle ve minnetle anıyorum neyazıkki bizler ve bizden sonraki kuşaklar büyüklerimizin göstermiş oldukları hoşgörüyü ve insancıl tavırlardan çokmu çok uzak kalmaktayız.
YAYLADAN İNERKEN:İlk bahar geldiğinde en geç mayıs ayında yaylaya çıkılırdı.Köylerin yaylaya çıkma nedeni ise köy merasının darlığı ve ekinlerin hasat zamanına kadar hayvanlardan korunması ile birlikte yaylaların daha serin olması ve hayvanların geniş meralarda rahat hareket ederek beslenmeleriyle ilgiliydi.Ekinlerin kaldırılmasıyla birlikte biçilen yonca ve çayırların kurutullan otları kışlık hayvan yemi olarak istif edilip samanlıklara doldurulmasıyla birlikte köye geri dönüş başlardı.Köylüler toplu halde yaylaya çıktıkları gibi yine toplu halde yayladan inerlerdi.Babamlarda her köylü müz gibi yaylaya çıkar ve sonbahar geldiğinde köye geri dönerlerdi.Ancak babamın garip bir alışkanlığı vardı.Nedenini hala anlayamadığım bu garip alışkanlık şöyleydi.Bizimde her aile gibi kendi köyümüzde kandimize ait bir köy evimiz vardı.Ancak babam bazen yayladan indiğinde köyde bulunan kendi evimize gitmezdi Yukarıdaki küçük resimde görünen ve Heserbaba dağının eteğinde buluna ve köy merkezine üç Km.mesafede olan şavan mezresindeki boş evlerden birinde kalmayı tercih ederdi.Bu evlerden biri Elifa Bılındanın boş olan eviydi diğeri ise Memiki Elifa'nın komu denen yerdi.Halamların evide bu mezredeydi.Babamın yaşı ilerlediği için sanıyorum Hayvanların bakımı için yeğenlerinin kendisine yardımcı olmaları için zaman,zaman kışı bu mezrede geçirmeyi tercih ederdi.Bir sene yine yeyladan inerken babam Şavan mezresinin altında bulunan ve karamananlar deresinin geçtiği vadinin Şavan mezresine taraf olan yamacının tam üstüne yapılmış olan Memik'i Elifa'nın komu denen yerde kalmayı tercih etti.Komşu evleri bize beşyüz metre ile bir Km mesafedeydiler.Kış bastırınca dağ taş karla örtülürdü.Babam evde sıkıldığı için bazen yakın komşulara bazende halamlara gidip vakit öldürmeye çalışırdı.Aşırı tipi olduğu zamanlar eve gelmez gittiği evlerde misafir kalırdı.Benden bir yaş küçük olan rahmetli kız Kardeşim Hatice,ben ve annemle üçümüz şiddetli esen poyrazın savurduğu karın çaldığı ıslık sesini dinleyerek yakılan şöminenin önünde oturur,daha sonrada yatar uyurduk.Dağda aç kalan kurtlar bazen ıssız ve üstü sıcak olan bizim evin damına kümelenip ulumaya başlarlardı.Kurtlar uluyunca bizde korkardık annem bize korkmayın desede neticede çocuktuk korkuyu yenmemiz kolay olmazdı.Bütün kış boyunca kurtlar hemen hemen ner gece misafirimiz olurdu.Şafak söktüğünde ise dağa çıkıp gecenin kararmasını bekleyip yiyecek bulmak için geceleri yerleşim yerlerine iniyorlardı. Kurtlar İlk bahar geldiğinde bir sonraki kışın gelmesini beklemek üzere dağlara ve ormanlık alanlara çekildilerdi.Bizde her zaman olduğu gibi komşularımızla birlikte yeniden yaylaya taşınırdık.
 
 
  Bugün 15 ziyaretçikişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol